Hacizde İstihkak İddiası
- 11 Ekim 2019
- Yayınlayan: Avukat Devrim Bozkurt
- Kategoriler: İcra ve İflas Hukuku, İlgi Alanları, İstihkak Davası, Makale & Haberler

HACİZDE İSTİHKAK (ÜSTÜN HAK SAHİBİ OLMA) İDDİASI
(İcra ve İflas Kanunu 96-99)
İçindekiler
Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar.
İstihkak İddiası Dilekçe Örneği.
- Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararları
- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları
- Yargıtay Özel Daire Kararları
İSTİHKAK İDDİASI
İlgili Mevzuat
İCRA VE İFLAS YASASI
İstihkak iddiasına itiraz:
A – Borçlunun zilyetliği:
1 – Hazırlık safhası:
Madde 96 – (Değişik: 18/2/1965-538/53 md.) Borçlu, elinde bulunan bir malı başkasının mülkü veya rehini olarak gösterdiği yahut üçüncü bir şahıs tarafından o mal üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı iddia edildiği takdirde, icra dairesi bunu haciz ve icra tutanaklarına geçirir ve keyfiyeti iki tarafa bildirir.
İcra dairesi aynı zamanda istihkak iddiasına karşı itirazları olup olmadığını bildirmek üzere alacaklı ve borçluya üç günlük mühlet verir. Sükûtları halinde istihkak iddiasını kabul etmiş sayılırlar. Malın haczine muttali olan borçlu veya üçüncü şahıs, ıttıla tarihinden itibaren yedi gün içinde istihkak iddiasında bulunmadığı takdirde, aynı takipte bu iddiayı ileri sürmek hakkını kaybeder. İstihkak iddiasının yapıldığı veya istihkak davasının açıldığı tarihte istihkak müddeisi ile birlikte oturan kimseler yahut bu şahısların iş ortakları, iddianın yapıldığı tarihte veya istihkak davası 97’nci maddenin 9 uncu fıkrası gereğince açılmışsa davanın açıldığı tarihte malın haczine ıttıla kesp etmiş sayılırlar.
2 – Üçüncü şahsın istihkak iddiası:
Madde 97 – (Değişik: 18/2/1965-538/54 md.) İstihkak iddiasına karşı alacaklı veya borçlu tarafından itiraz edilirse, icra memuru dosyayı hemen icra mahkemesine verir. İcra mahkemesi, dosya üzerinde veya lüzum görürse ilgilileri davet ederek murafaa ile yapacağı inceleme neticesinde varacağı kanaate göre takibin devamına veya talikine karar verir.
İstihkak davasının sırf satışı geri bırakmak gayesiyle kötüye kullanıldığını kabul etmek için ciddi sebepler bulunduğu takdirde icra mahkemesi takibin taliki talebini reddeder.
Takibin talikine karar verilirse, haksız çıktığı takdirde alacaklının muhtemel zararına karşı davacıdan 36’ncı maddede gösterilen teminat alınır.
Teminatın cins ve miktarı mevcut delillerin mahiyetine göre takdir olunur.
(Değişik beşinci fıkra: 2/3/2005-5311/9 md.) Takibin devamına dair verilen icra mahkemesi kararı kesindir.
Üçüncü şahıs, icra mahkemesi kararının tefhim veya tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra mahkemesinde istihkak davası açmaya mecburdur. Bu müddet zarfında dava edilmediği takdirde üçüncü şahıs alacaklıya karşı iddiasından vazgeçmiş sayılır.
Kiralanan taşınmaz veya gemilerdeki hapis hakkına tabi eşya ile ilgili istihkak davaları Borçlar Kanunu’nun 268 inci maddesinin 1 inci fıkrasında yazılı hükümlere uygun olmadıkça talik emri verilemez.
Dava esnasında 106 ncı maddedeki müddetler cereyan etmez.
Yukardaki hükümler dairesinde kendisine istihkak talebinde bulunmak imkanı verilmemiş olan üçüncü şahıs, haczedilen şey hakkında veya satılıp da bedeli henüz alacaklıya verilmemişse bedeli hakkında, hacze ıttıla tarihinden itibaren yedi gün içinde, icra mahkemesinde istihkak davası açabilir. Aksi takdirde aynı takipte bu iddiayı ileri sürmek hakkını kaybeder. Bu halde davacının talebi üzerine icra hâkimi takibin talik edilip edilmemesi hakkında yukardaki hükümler dairesinde acele karar vermeye mecburdur. Bu karar diğer taraf dinlenmeksizin de verilebilir.
İstihkak davası neticelenmeden mahcuz mal paraya çevrilmiş bulunursa icra hakimi işbu bedelin yargılama neticesine kadar ödenmemesi veya teminat karşılığında veya halin icabına göre teminatsız derhal alacaklıya verilmesi hususunda ayrıca karar verir.
İstihkak davasına umumi hükümler dairesinde ve basit yargılama usulüne göre bakılır.
Mahcuz eşya ile ilgili olarak icra memuruna dermeyan edilen iddiada üçüncü şahıs ve borçlunun birleşmeleri alacaklıya müessir değildir. Üçüncü şahsın bu iddiasını ispat etmesi lazımdır. Ancak üçüncü şahsın mahcuz eşyanın kendisinin mülkü veya kendisine merhun olduğu hakkındaki iddiasının borçlu tarafından kabulü kendi aleyhine delil teşkil eder ve ileride bu ikrara aykırı hiçbir iddiada bulunamaz.
(Değişik: 9/11/1988-3494/11 md.) İstihkak davası üzerine takibin talikine karar verilip de neticede dava reddolunursa alacaklının alacağından bu dava dolayısıyla istifası geciken miktarın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere davacıdan tazminat alınmasına hükmolunur.
(Değişik ondördüncü fıkra: 2/3/2005-5311/9 md.) Davanın reddi hakkındaki karara karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran istihkak davacısı icra dairesinden 36’ncı maddeye göre mühlet isteyebilir.
İstihkak davası sabit olur ve birinci fıkra gereğince istihkak iddiasına karşı itiraz eden alacaklı veya borçlunun kötü niyeti tahakkuk ederse haczolunan malın değerinin yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere itiraz edenden tazminat alınmasına asıl dava ile birlikte hükmolunur.
Koca aleyhine yapılmış bir hacizde karı şahsi malları üzerindeki haklarını Medeni Kanunun 160’ıncı maddesi hükmüne tabi olmaksızın kendisi takip edebilir.
İstihkak davasına karşı haczi yaptıran alacaklı bu kanunun 11 inci babı hükümlerine dayanarak ve muvakkat veya kati aciz belgesi ibrazına mecbur olmaksızın mütekabilen iptal davası açabilir. Dava ve mütekabil davada tarafların gösterecekleri bütün delilleri hakim serbestçe takdir eder.
İstihkak davaları süratle ve diğer davalardan önce görülerek karara bağlanır.
İstihkak davalarında mülkiyet karinesi:
Madde 97/a – (Ek: 18/2/1965-538/55 Md.) Bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır. Borçlu ile üçüncü şahısların taşınır malı birlikte ellerinde bulundurmaları halinde dahi mal borçlu elinde addolunur. Birlikte oturulan yerlerdeki mallardan mahiyetleri itibariyle kadın, erkek ve çocuklara aidiyetleri açıkça anlaşılanlar veya örf ve âdet, sanat, meslek veya meşgale icabı olanlar bunların farz olunur. Bu karinenin aksini ispat külfeti iddia eden kişiye düşer. İstihkak davacısı malı ne suretle iktisap ettiğini ve borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle mükelleftir.
3 – Çalınmış ve zayi olmuş şeyler:
Madde 98 – Çalınmış ve zayi edilmiş şeyler hakkında Kanunu Medeninin 902,903 ve 904’üncü maddeleri hükmü mahfuzdur. İcra dairesi tarafından pazarlık suretiyle yapılan satış Kanunu Medeninin 902’nci maddesinde mezkûr resmi artırma hükmündedir.
B – Üçüncü şahsın zilyetliği:
Madde 99 – (Değişik: 2/7/2012-6352/20 md.) Haczedilen şey, borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya diğer bir ayni hak iddia eden üçüncü kişi nezdinde bulunursa, bu kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde bu mal muhafaza altına alınmaz. İcra müdürü, üçüncü kişi aleyhine icra mahkemesinde istihkak davası açması için alacaklıya yedi gün süre verir. Bu süre içinde icra mahkemesine istihkak davası açılmaz ise üçüncü kişinin iddiası kabul edilmiş sayılır. Alacaklı tarafından süresinde açılan dava sonuçlanıncaya kadar, haczedilen malın satışı yapılamaz. Haczin, üçüncü kişinin yokluğunda yapılması ve üçüncü kişi lehine istihkak iddiasında bulunulması halinde de bu fıkra hükmü uygulanır.
Açıklama
Haciz yapılırken birisi hacze konu mal üzerinde daha üstün bir hak (istihkak) sahibi olduğunu iddia ettiği takdirde, icra müdürü bu hususu haciz tutanağına istihkak iddiası olarak yazdırır. Alacaklı ve borçluya istihkak iddiasını bildirir. Taraflardan biri herhangi bir İtirazda bulunmazsa istihkak İddiasını kabul etmiş sayılır. İstihkak iddiasına itiraz edildiği takdirde, icra müdürü dosyayı karar verilmek üzere İcra Mahkemesine gönderir. İcra Mahkemesi incelemeyi dosya üzerinden yapar. İstihkak iddiası yerinde ise icra takibinin geriye bırakılmasına, değilse devamına karar verir. Devamına karar verdiği takdirde istihkak iddiasında bulunan kişi 7 gün İcra Mahkemesinde mahcuz mala istihkak davası açacaktır.
Görevli Mahkeme:
İcra Mahkemesidir.
Yetkili Mahkeme:
- Takibin yapıldığı yerdeki İcra Mahkemesi veya
- Haczi yapan İcra Dairesinin bulunduğu yer İcra Mahkemesidir.
İstihkak İddiasında Bulunacak taraf Borçlu veya üçüncü kişidir.
Aleyhinde İstihkak İddiasında Bulunulacak taraf ise Alacaklı veya Borçludur.
Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
- Haciz sırasında hak (istihkak) sahibi olunduğu iddiasında bulunanın isteği haciz tutanağına icra müdürü veya hacizde görevli İcra Memuru tarafından geçirilecektir.
- İcra müdürü istihkak iddiasına diyeceklerini üç gün İçinde bildirmeleri için taraflara tebligat çıkaracaktır.
- İstihkak iddiasına süresinde itiraz edilmediğinde iddia kabul edilmiş sayılır.
- İstihkak iddiasına itiraz edilmişse bu kez icra müdürü iddia ve itirazın incelenip karar verilmesi için ilgili icra takip dosyasını İcra Mahkemesine gönderecektir.
- İcra hâkimi, dosya üzerinde inceleme yapar. İstihkak iddiasını yerinde görürse takibin durdurulmasına karar verir.
- İstihkak iddiası yerinde değilse takibin devamına karar verecektir. Takibin devamına ilişkin kararın kendisine tebliğinden itibaren (7) gün içinde, istihkak davası açmaya zorunludur. Bu süre İçinde dava açmazsa, İddiasından vazgeçmiş sayılır.
- İcra hakimi, gerekli görürse tarafları çağırır, basit yargılama usulünü uygulayarak taraflara açıklamalı çağrı kâğıdı gönderir. Duruşma açar ve onları dinler. İstihkak İddiasını inceler ve sonucuna göre karar verebilir.
- İstihkak iddiası ile istihkak davası aynı değildir. İstihkak iddiası icra müdürlüğüne yapılır, istihkak davası İcra Mahkemesine açılır.
İstihkak İddiası Dilekçe Örneği
XXXXXXXXX İCRA MÜDÜRLÜĞÜNE
DOSYA NO : 2019/XXXXXX
İSTİHKAK İDDİASINDA BULUNAN : Hakkı ÜSTÜN
ALACAKLI : Ali ALIR
BORÇLU : Veli VERİR
D.KONUSU : İstihkak iddiamız hakkında.
AÇIKLAMALAR : Borçlu Veli’nin borcundan dolayı alacaklı Ali’nin yaptığı icra takibindeki haciz işlemi sırasında XX.XX.2019 günü …….. markalı bir adet diz üstü bilgisayar müdürlüğünüzce haczedilmiştir. Bilgisayar bana aittir. İddiam hususunda bir karar verilmek üzere dosyanın İcra Tetkik Merciine gönderilmesini arz ve talep ederim. Saygılarımla. XX.XX.2019
İstihkak iddiasında bulunan
Hakkı ÜSTÜN
EKLERİ: 1- Sözleşme, 2- Fatura, 3- Makbuz vs.
İlgili İçtihatlar
· Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararları
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 24.05.1974 tarih ve 1974/5 E, 1974/7 K. Sayılı ilamı:
“Özet”
BORÇLU HAKKINDA YAPILAN İCRA TAKİBİ SIRASINDA, HAKSIZ YERE MALI HACZEDİLEN ÜÇÜNCÜ KİŞİLER BU YÜZDEN DOĞAN GERÇEK ZARARIN ÖDETİLMESİNİ İİK.’NUN 97. MADDESİNDE ÖNGÖRÜLEN ÖZEL HÜKÜM DIŞINDA, GENEL HÜKÜMLERE GÖRE, GENEL MAHKEMEDE DAVA AÇARAK İSTEYEBİLİRLER (YİBBGK. 24.5.1974, 5/7).
“9.06.1932 g. ve 2004 s. İİK. m. 97/15. (Bu madde, 11.07.1940 g. ve 3890 s. Yasa ile değişikliğe uğradığı gibi, 29.06.1956 g. ve 6763 s. Yasa ile, ayrıca 18.02.1965 g. ve 538 s. Yasa ile değişikliğe uğramıştır.)
Borçlu aleyhinde yapılan icra takibi sırasında, haksız yere malı haczolunan üçüncü kişinin bu yüzden doğan gerçek zararının tazminini İ. İ. Yasasının 97. maddesinde öngörülen özel hüküm dışında, genel hükümlere göre açılacak bir dava ile isteyebilmesinin mümkün olup olmayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 12. Hukuk Dairesi ile, 4. Hukuk Dairesi ilamları arasında içtihat uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülerek ve içtihadın birleştirilmesi yolu ile bu aykırılığın giderilmesi istenilmekle; Yargıtay içtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda sözü edilen ilamlar arasında birbirini tutmazlık bulunduğuna oybirliğiyle karar verildikten sonra durum incelendi, gereği konuşulup düşünüldü :
1 – Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.03.1970 gün ve 966/D. 4-1433 E. 148 K. sayılı ilamında; icra takibi sırasında haksız yere malı haczolunan 3. kişinin, bu yüzden doğan gerçek zararının ödetilmesini İcra İflas Yasasının 97. maddesinin 15. fıkrasında yazılı özel hüküm dışında, genel hükümlere göre ve genel mahkemelerde daha. açarak isteyebileceği, İ. İ. Yasasının 97. maddesinin 15. fıkrası hükmünün icra ve infaz prosedürünün özelliği ile ilgili olarak, özel bir durumu yansıttığı, icra takibi nedeniyle 3. kişinin meydana gelen gerçek zararını genel hükümlere göre dava edebilmek hakkını ortadan kaldırmak gibi bir amaç taşımadığı icra tetkik merciinin anılan özel hüküm dışında açılmış olan bir davayı tetkik ve hükme bağlayamayacağı görüşü benimsenmiş, 12. Hukuk Dairesinin 02.07.1970 gün ve 7268 sayılı kararında açıklanan daire görüşünün de Hukuk Genel Kurulunun içtihadı doğrultusunda bulunduğu anlaşılmıştır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 22.05.1965 gün ve 1965/ E. 2149, K. 1577, 21.09.1965 gün ve 1964. E. 2115-1965 K. 4162, 17.09.1968 gün ve 1968-E. 7249 K. 6612, 22.05.1973 gün ve 1972-E. 7627′ K. 6466 ve 05.07.1973 gün ve 1972-E. 1523 K. 7812 sayılı ilamlarında ise; tamamen aksi görüş kabul edilerek, icra takibi sırasında konan haciz yüzünden doğan zararların istihkak davasında ayrı bir davaya konu edilemeyeceği, İ . İ. .Yasasının 97. maddesinin 15 nci fıkrasındaki hüküm görev hükmü niteliğinde bulunduğu, özel kuralını genel kuraldan öncelikle uygulanması. gerektiği, İ. İ. Yasasının 97. maddesinin 15. fıkrasındaki, açık emredici hükme göre bu tür zararların ikinci bir dava ille istenilemeyeceği,, istihkak davası ile birlikte, icra tetkik merciinde ileri sürülmesi gerekli olduğu görüş ve içtihadı benimsenmiş bulunmaktadır.
2 – İçtihat uyuşmazlığını doğuran hüküm, İcra Hukukuna taalluk eden infaz prosedürünü düzenleyen İ. İ. Yasasında düzenlemiş ve aynen şu şekilde bulunmuştur, (istihkak davası sabit olur ve 1. fıkra gereğince istihkak iddiasına karşı itiraz eden alacaklı veya borçlunun kötü niyeti tahakkuk ederse haczolunan malın değerinin % 15 inden aşağı olmamak üzere itiraz edenden tazminat alınmasına asıl dava ile birlikte hükmolunur.) içtihadı birleştirme görüşmesi sırasında bu hükmün takip hukukunun özelliği ile ilgili ve bu özellikle sınırlı olduğu, kanun koyucunun bu özelliğe uygun bir amacı gerçekleştirmek; için anılan hükmü getirdiği esası benimsemiş, aksine bir görüş ileri sürülüp savunulmamıştır. Bir yasa hükmünün; hakkın alınmasını önleyecek, işleri imkansızlıklara, karışıklıklara sürükleyecek şekilde yorumlanmasının doğru olamayacağı, yasanın ve hükümlerinin yorumlarındaki esasın, bu hükümlerin konuluş amaçlarının göz önünde tutulması, yasa ve hükümlerin yalnız sözüne değer verilerek, konuluş amaçlarına aykırı durumların gerçekleşmesine meydan verilmemesi gerektiğinde birleşilmiştir.
3- Gerek 2004 sayılı İcra ve İflas Yasasının müzakere ve kabulü sırasında ve gerekse, sözü edilen yasanın muhtelif değişikliklerinde ve özellikle 538. sayılı değiştirme esnasında ortaya konulmuş bulunan yasa teklifine dair esbabı mucibe layihası ve ilmi heyet raporu, Adalet Encümeni esbabı mucibe mazbataları, Hükümet Gerekçeleri, Anayasa, Adalet Komisyonu raporları, B. M, Meclisi, Cumhuriyet Senatosu müzakere tutanaklarının tetkikinden de anlaşılacağı gibi; yasa koyucunun içtihat aykırılığına konu ve sebep teşkil eden İ. İ. Yasasının 97. maddesinde yazılı tazminatı öngören özel hükmü getirmiş olmasının nedeninin; alacaklı veya borçlunun 3. kişinin istihkak iddiasına itiraz ederek 3. kişiyi kötü niyetle ve haksız yere, maddi ve manevi masrafa, külfete ve zarara sokmasını, 3. kişinin de haksız yere istihkak iddia ve davasında bulunarak, alacaklının alacağının tahsilini geciktirmesini, muvazaa teşebbüslerini önlemek olduğu, icra işlemlerinin devletinde ilgili olduğu iktisadi düzen bakımından haklı bir nizam, çabukluk ve emniyet içinde cereyan etmesini tonun amacının dayandığı ortaya çıkmakta, kanun koyucunun bunların dışında ve özellikle 3. kişinin gerçek zararını umumi hükümlere göre, mahkemelerde ayrıca dava edip istemesine, engel teşkil etmek amacıyla 97. maddedeki tazminat hükmünü koymuş bulunduğunu kabule yarayacak bir ima, işaret ve amaca rastlanmamaktadır.
4 – Doktrine gelince, icra ve infaz hukuku prosedürü alanında oluşan doktriner görüşlerde; mesele ile ilgili olanların kendi özel görüş ve gerekçelerini yansıtan fikirlerine rastlanamamış, buna dair. bazı eserlerde 4. Hukuk Dairesinin söz konusu içtihadına işaret edilmekle yetinildiği görülmüş, binnetice doktrinde içtihat aykırılığına, tatbikat alanında ışık verecek tutarlı bir tetkikin ve görüşün varlığı tespit ve kabul edilememiştir.
5 – Müzakerede ileri sürülen görüşlerde; İ. İ. Yasasının nitelik ve düzeni üzerinde durulmuş, özellikle İ. İ. Yasasının 67, 69., 72., 101/2., 142/1., 156., 170. ve daha birçok maddelerinde pek açık bir şekilde belirtildiği üzere bu düzenin muayyen bazı istisnalar dışında ihtilafları daha ziyade geçici olarak halle yarayan, bu prosedür içinde tatmin olmayan tarafı nihai hal ve kesin hükümler için umumi hükümlere göre umumi mahkemelere gitmekte serbest bırakan bir düzenleme niteliğinde olduğu görüşüne varılmıştır.
Her ne kadar İ. İ. Yasasının 97. maddesinde istihkak davası konusu ile ilgili fıkra hükmünde,(istihkak davasına umumi hükümler dairesinde ve basit yargılama usulüne göre bakılır.) hükmü yer almakta ise de; bu hükmün 15. fıkradaki tazminatı kapsamayan, merciin davada takip edeceği yolu gösteren bir usul hükmü olduğu kabul edilmiştir.
6 – İ. İ. Yasasının 97. maddesinin 15 nci fıkrasında yer alan tazminat sözcüğünün, tabanı haciz edilen malın değerinin % 15 inden aşağı olmayan götürü bir tazminatı ifade ettiği gerçek zararı karşılamak gibi bir amaç taşımadığı, birçok ahvalde gerçek zararın üstünde bir miktar olabileceği gibi pek çok ahvalde de gerçek zararın çok altında kalabileceği münakaşaya muhtaç bulunmamıştır. O halde; İ. İ. Yasasının 97. maddesini sevk etmekteki amacı yukarıda tespit ve açıklanan yasa koyucunun 3.’cü kişinin; haciz yüzünden meydana gelen gerçek zararının ödetilmesi maksadıyla düzenlemediği, bu maddeyi gerçek zarara da teşmil edebilmenin izah veçhi olamayacağı gibi yasa koyucuya malı haciz olunan 3 ncü kişiye bu yüzden doğan ve 97/15 inci madde ve fıkranın kapsamı dışında kalan zararına katlanması lazım geldiği, şeklinde tutarsız bir zihniyet affedilemez. Hukukta; genel kural, haksız eylemleri veya haksız iktisabı sebebiyle bir başkasının zararına sebebiyet veren kimsenin, bu zararı tazmin ile mükellef olmasıdır. Pek açık olan bu genel hükümden de haksız yere malı haciz olunan 3.’cü kişinin dava hakkını, gerçek zararı yönünden düşünüp getirilmemiş bu nedenle de yetersiz bulunmuş olan İ. İ. Yasasının 97. maddesinin 15. fıkrası hükmü ile sınırlamaya mevzu hukukun gerek genel ve gerekse özel kuralları müsait bulunmamaktadır.
7 – Zarar sözcüğü hukukta; maddi ve manevi olan her iki tür zararı da kapsar. Ve pek çok halde sadece kötü niyetten değil ihmalden teseyyüpten veya tedbirsizlikten de zarar doğabilir. Bir icra takibi sırasında haksız yere malı haciz edilen 3.’cü kişinin bu yüzden doğmuş olan zararı maddi olabileceği gibi manevi de olabilir ve kötü niyetin dışındaki mesuliyet sebeplerinden de meydana gelebilir. Ve özellikle bu zarar istihkak davasının neticelenmesinden sonrada tahakkuk edebilir. Kaldı ki; tatbikatta en çok rastlanan haller istihkak davasının neticelenmesinden, icra merciinin verdiği hükümle davadan el çekmesinden sonra ki, mahcuzun malın sahibine teslimi anına kadar geçen süredeki durumlara ve bu devrede doğan zararlara taalluk etmektedir. Bu durumda ve asıl dava ile tazminata hüküm vermek mevkiinde olan ve ancak dava sonuna kadar doğmuş bulunan ve kötü niyetten ileri gelen zararı kestirebilecek hukuki durumda bulunan icra tetkik mercii hakiminin hükümden sonraki devrede gerçekleşebilecek tam zararı bilemeyeceğine göre;, tabanı mahcuzun değerinin % 15 olan tazminat miktarını anılan fıkrada tavanı belirtilmeyen bir takdir hakiki ile karşılayabilmesine olanak bulunamaz. Bu esasa dayanmayan nedenleri belirlenmeyen bir takdirde meselenin halledilebileceğinin bir faraziye olarak kabulü ise hukuk kuralları ile bağdaşamaz. Bundan da anlaşılacağı üzere; 3 cü kişinin istemesine kanuni hiçbir engel bulunmayan gerçek zararını icra hakimi yetki hudutları, takdir, imkanı ve dava süresi içinde tespit ve hüküm altına alamaz. Yukarıda açıklandığı gibi zarar da bağışlanamaz, o halde 3 cü kişinin umumi hükümlere göre dava açabilmesi hak ve kanuni zarureti böylece kendiliğinden meydana çıkmış olur. Buna rağmen 3. kişiyi İ. İ. Yasasının sadece icra hukukunun özelliği, işleyişi ve şekil kalıpları ile ilgili olan dar ve yetersiz bir hükmü ile bağlı kılmak hak ve nesafet duygusuna da yabancı düşmekten başka, Anayasanın 31,. maddesinde açıklanan (Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı, iddia ve savunma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.) şeklindeki emredici hükmüne de açıkça aykırı düşer. Oysaki Anayasanın 8. maddesinde ifadesini bulduğu üzere kanunlar Anayasaya aykırı olamayacağı gibi kanun maddelerinin Anayasanın metin ve esprisine ters düşecek bir yorumu da hukuken mümkün değildir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin içtihadının kabulü ise yukarıdan beri belirtilen nedenlerle, yasal kurallara ve Anayasa hükümlerine uygun olamaz.
Sonuç :
Yukarıda gösterilen nedenlerle; borçlu hakkında yapılan bir icra takibi sırasında haksız yere malı haciz edilen 3. kişinin bu yüzden doğan gerçek zararının ödetilmesini İ. İ. Yasasının 97; maddesinde öngörülen ve sınırlı kalan hükmü dışında, genel hükümlere göre genel mahkemelerde açabileceği ayrı bir dava yoluyla isteyebileceğine, bu yönü kabul ve yansıtan Hukuk Genel Kurulu ile Yargıtay 12. Hukuk Dairesi İçtihatlarının doğru bulunduklarına 24.05.1974 gününde yapılan birinci toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verildi.”
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 10.07.1940 tarih ve 1940/7 E., 1940/75 K. sayılı ilamı: “…Davanın son dereceye kadar takibi için vekil tayin etmiş olan bir kimseye ilam tebliği mümkün bulundukça müvekkiline tebligat yapılması kanuna aykırı ve bu sebeple tebliğ dahi hükümsüz olduğundan, kanun yoluna başvurma için belli olan süre böyle yolsuz bir tebliğ üzerine cereyan etmez…”
· Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 02.07.2019 tarih ve 2017/347 E. , 2019/837 K. Sayılı ilamı:
“Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 79. maddesinin 1. fıkrası ve 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra memurunun haciz mahallinin borçluyla ilgisinin olmadığı gerekçesiyle, alacaklının haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisinin olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre alacaklının şikâyetinin kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası temel hak ve özgürlükleri düzenlemiş ve korumuştur. İcra hukukunun kendine özgü ilkelerinin temel haklarla bağlantısı vardır. Cebri icra hukuku devletin zor kullanma yetkisinin bulunduğu bir alan olup, kişilerin malvarlığı ve kişilik haklarını doğrudan ilgilendirmektedir. İcra hukuku alacaklının hak arama özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel hakları ile borçlunun kişilik ve malvarlığı değerlerinin çatıştığı bir alandır. Bu alanda alacaklı, borçlu ve bazen de üçüncü kişiler arası menfaat dengesinin gözetilmesi gerekir. Borçlunun uğrayacağı zarar ile alacaklıya sağlanacak yarar arasındaki fark ölçülü olmalıdır. Cebri icra kişilerin gerek kişilik gerekse malvarlığı haklarına doğrudan müdahaleyi gerektirdiği için belirli ve kesin olmalı, sınırları baştan belirlenebilmelidir. İcra hukukunda mülkiyet hakkı temel bir hak olarak alacaklı, borçlu ve üçüncü kişiler bakımından korunmaktadır. Alacaklı mülkiyet hakkına kavuşmalı, borçlu takip konusu borç dışında malvarlığına karşı haksız müdahalelere karşı korunmalı, üçüncü kişiler de malvarlıklarına yapılan haksız müdahaleleri ortadan kaldırma imkânına sahip olmalıdır. Örneğin borçluya ait olduğu sanılarak üçüncü kişilerin mallarına haciz konulması hâlinde üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve korunmasına imkân sağlamak amacıyla istihkak prosedürü öngörülmüştür (İcra ve İflas Kanunu’nun 96 vd.). Nitekim İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 82. maddesi ile borçlunun malvarlığının sınırsız şekilde haczedilerek satılması önlenmiştir.
Borçların zorla yerine getirilmesini sağlayan, bu çerçevede zor kullanma yetkisi de olan ve yetkileri kanunla belirlenen icra dairelerinin sorumlu amiri durumundaki icra müdürleri, icra işlerinde birinci derecede görevlidir ve yaptıkları işlemlerin bazılarında hiçbir takdir yetkisi yokken, bazı işlemlerinde ise takdir yetkisi tanınmıştır. Takdir yetkisi tanınan hâllerde takdir yetkisini kullanırken, ilgililerin menfaatini en iyi şekilde gözetmek zorundadır. Ayrıca kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin kendisine verdiği görevleri yapıp yapmama konusunda serbestiye sahip olmayıp; kendisine yapılan her talep hakkında olumlu veya olumsuz bir işlemde bulunmak, karar vermek zorundadır. İcra hukukunun ilk uygulandığı yer icra daireleridir.
İcra daireleri icra hâkimliklerinin daimi gözetimi ve denetimi altında olup, işlemlerine karşı icra mahkemelerine şikâyet yoluna başvurulur. Şikâyet, icra dairelerinin icra hukukuna aykırı olan ve hadiseye uygun bulunmayan işlemlerinin iptali ve düzeltilmesini veya yerine getirilmeyen ya da sebepsiz sürüncemede bırakılan bir hakkın yerine getirilmesini sağlamak için kabul edilmiş bir kanun yoludur. Müdürlük kararlarının değiştirilmesi ya da iptali şikâyet yoluyla icra mahkemesinin kararıyla olanaklı kılınmıştır. İİK’nın 5. maddesi uyarınca icra memurlarının görevleri sırasında ve görevleri nedeniyle kusurlarından doğan tazminat davaları idare aleyhine açılır. Devlet zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu edebilir.
Uyuşmazlığın çözümünde haciz işleminin açıklanması gerekmektedir.
Haciz cebri icra organı tarafından yapılan devlete ilişkin bir hakimiyet tasarrufu olup, icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için, bu yolda istemde bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara, icra memuru tarafından hukuken el konulmasıdır. Haczin amacı borçlunun mallarının paraya çevrilerek alacaklının tatminidir. Bunun dışında hacizli malların alacaklıya devri mümkün değildir. Borçlunun parasal bir değer taşıyan İİK’nın 82 ve diğer özel yasalarda haczedilemeyeceği düzenlenmemiş olan mal ve hakları borcundan dolayı kısmen veya tamamen haczedilebilir. İİK’nın 82. maddesine 02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen son fıkra “icra memuru haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir” şeklinde olup, icra memuruna haciz talep edilen malın bu madde uyarınca haczinin kabil olup olmadığını değerlendirerek, haciz talebini yerine getirip getirmeme konusunda takdir yetkisi verilmiştir. İcra memurlarına tanınan takdir yetkisi İİK’nın 82. maddesi kapsamında malın haczinin kabil olup olmadığıyla sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında haczedilmesi talep edilen malın üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi bulunmamaktadır.
İİK’nın 79. maddesinin 1. fıkrası gereğince icra dairesinin, haciz talebinden itibaren en geç 3 gün içinde haczi yapması gerekir. Yine aynı Kanun’un 85. maddesinin 1. fıkrası gereğince, icra dairesince, borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta bulunan menkul malları ile gayrimenkullerinden ve alacak ve haklarından alacaklının ana para, faiz ve masraflar da dâhil olmak üzere bütün alacaklarına yetecek miktarı haczedilecektir. İİK’nın 85. maddesinin 2. fıkrası borçluya ait olup da üçüncü kişi elinde olan malların da haczedilebileceğini öngörmektedir. Zira borçlu haczedilebilir tüm malvarlığı ile alacaklıya karşı sorumludur. İcra memuru üçüncü kişi elinde bulunan bir malı, borçlunun üçüncü kişide malı olduğunu bildirmesi veya alacaklının bu yönde bir beyanda bulunması hâlinde haczeder. Malın sadece üçüncü kişi elinde bulunması onun haczine engel olmayacağı gibi, borçlunun elinde haczedilmesi de hak sahibi üçüncü kişilerin istihkak iddia etmelerine engel değildir. Üçüncü kişinin haczedilen mal üzerinde mülkiyet veya ayni hak sahibi olduğunu ileri sürmesine istihkak iddiası denir.
İİK’nın 85. maddesinin 2. fıkrası ” Borçlu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahıslar, taşınır mal üzerinde üçüncü bir şahsın mülkiyet veya rehin hakkı gibi sınırlı bir ayni hakkının bulunması veya taşınır malın üçüncü şahıs tarafından haczedilmiş olması hâlinde bu hususu haciz yapan memura beyan etmek ve beyanının haciz tutanağına geçirilmesini talep etmek, haczi yapan memur da borçluyu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahısları bu beyana davet etmek zorundadır…” şeklinde düzenlemiştir. Haciz tutanağı ise İİK’nın 102. maddesine göre tanzim edilir.
İİK’nın 79. maddesi kesin bir ifadeyle icra dairesinin haczi yapacağından, 85. madde; maddede belirtilen yasal koşullar altında alacaklı ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğunca telif edilerek borçlunun mal ve haklarının haczolunacağından söz etmektedir. 85. madde sadece, “alacaklara yetecek miktarın” saptanması konusunda icra müdürüne bir takdir hakkı tanımaktadır. İİK’nın 79 ve 85. maddesinin 2. fıkrası icra memurunun haciz istenen malın üçüncü kişiye ait olduğuna ilişkin iddia üzerine haciz yapmaktan kaçınamayacağını öngörmektedir. İcra memurunun haciz yapıp yapmama konusunda takdir yetkisi yoktur (Kuru, B.:İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2013, s. 420). devrimbozkurt.av.tr
Haciz sırasında İcra ve İflas Kanunu icra memuruna maddi hukuk kurallarına göre üçüncü kişinin mülkiyet iddiasının doğru olup olmadığını araştırma ve inceleme yetkisi vermemiştir. Üçüncü kişi tarafından istihkak iddiasında bulunulması hâlinde icra memurluğunca yapılması gereken istihkak iddiasını tutanağa geçirip malın borçlu elinde mi yoksa üçüncü kişi elinde mi haczedildiği tespit edilerek, İİK’nın 97. ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir.
Çünkü istihkak iddiasına konu malın kime ait olduğunu inceleme ve karar verme yetkisi ve görevi icra mahkemesine verilmiştir.
İstihkak davası, istihkak iddia edilen malların hacizden kurtulması için başvurulan bir davadır. Devletin cebri icra organları tarafından haklarına müdahale edildiğini düşünen üçüncü kişiler tarafından açılan istihkak davasının amacı başkasının borcu için mallarının haczedildiğini ileri süren üçüncü kişilerin söz konusu malları hacizden kurtarmaktır. İİK’nın 96, 97 ve 99. maddelerine göre istihkak iddiası ve bunu takip eden istihkak davası haczedilen malın borçlunun ya da üçüncü kişinin elinde bulunması ihtimaline göre farklı usullere tabi tutulmuştur. Haczedilen menkuller eğer borçlunun elinde kabul edilir ve üçüncü kişi istihkak iddiasında bulunur da alacaklı veya borçlu buna itiraz ederse, dosya İİK’nın 97. maddesi uyarınca istihkak iddiası ile ilgili olarak karar verilmek üzere icra mahkemesine gönderilir. Üçüncü kişinin elinde olursa, icra müdürlüğü istihkak iddiası üzerine alacaklıya istihkak davası açması için İİK’nın 99. maddesi uyarınca süre verir.
İİK’nın 79, 85/2, 96, 99 ve 102. maddeleri aslında üçüncü kişiye ait malın borçluya ait sanılarak haczedilebileceğini varsaymakta, bu nedenle üçüncü kişilere istihkak iddiasında bulunma hakkı tanımaktadır.
Borçlu hakkında yapılan icra takibi sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişinin bu yüzden doğacak gerçek zararının ödetilmesi, İİK’nın 97. maddesinde öngörülen ve sınırlı kalan hükmü dışında genel hükümlere göre genel mahkemelerde açılabileceği ayrı bir dava ile isteyebileceğine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunca karar verilmiştir (İBK 24.05.1974 tarihli, R.G.: 27.06.1974 tarihli ve 14928 sayılı). İcra müdürü, alacaklının borçluya ait olduğu iddiası ile haciz istemesine rağmen üçüncü kişinin istihkak iddiasında bulunması nedeniyle hacizden vazgeçemez. Aksi hâlde alacaklının şikâyeti kabul edilse dahi haciz konusu malın haciz mahallinden kaçırılması hâlinde o mal üzerine haciz koyma imkânı kalmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, alacaklı tarafından borçlu Kavak Otelcilik Turizm ve Tic. A.Ş. aleyhine başlatılan genel haciz yolu ile ilamsız icra takibinde borçlunun takip talebindeki adresi olan “Asmalı Mescit Mah. Asmalı Mescit Sok. No:55 Tepebaşı Beyoğlu/İstanbul adresine 06.03.2013 tarihinde ödeme emri tebliğ edildiği, borçlunun vekili aracılığıyla yasal süresinde borca, faize ve tüm ferilere itiraz ettiği, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 27.10.2014 tarihli ve 2014/425 E., 2014/341 K. sayılı kararıyla itirazın iptali ile takibin devamına karar verildiği, alacaklı vekilinin talebiyle borçlunun ödeme emri tebliğ edilen adresine gidildiği, 17.12.2014 tarihli haciz tutanağına göre adreste hazır olan Murat Yüksel isimli kişinin haciz işlemi yapılan adresin Semerkand Yapı A.Ş.’ne ait olduğunu ve kendisinin mali müşavir olduğunu beyan ederek vergi levhası ve ticaret sicil gazetesi sunduğu, alacaklı vekilinin haciz ve muhafaza talep ettiği, icra memurunun ibraz edilen belgelere göre haciz mahallinin borçlu ile ilgisinin olmadığı gerekçesiyle haciz işlemi yapmadığı görülmektedir.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve ilkeler uyarınca somut olayda haciz yapılmasına ilişkin alacaklı vekilinin isteminin yerine getirilmesi konusunda icra memurunun bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. İcra memurunun takdir yetkisi İİK’nın 82. maddesi kapsamında malın haczi kabil olup olmadığı ile sınırlı olup, icra memurunun bunun dışında, haczi istenen menkullerin üçüncü kişiye ait olduğu gerekçesiyle haciz talebini reddetme yetkisi yoktur. İcra memurunun yetkisini aşarak haciz işlemi yapmaması bir hakkın sebepsiz yere sürüncemede bırakılması niteliğinde olup süresiz şikâyete tabidir. İcra memurluğunca yapılması gereken iş haciz işlemi yaparak, üçüncü kişinin istihkak iddiasının tutanağa geçirilip İİK’nın 97 ve 99. maddeleri uyarınca istihkak prosedürünü işletmektir. Zira malın mülkiyetinin borçluya veya üçüncü kişiye ait olduğunun tespiti yargılama gerektirir. Somut olaydaki gibi menkuller mülkiyet iddia eden üçüncü kişi nezdinde haczedildiğinde İİK’nın 99. maddesi uyarınca alacaklıya istihkak davası açması için süre verilmesi gerekir. İstihkak davası açılması durumunda ispat yükü de alacaklı üzerinde olur. Ayrıca üçüncü kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde muhafaza işlemi de yapılamaz. Görüldüğü üzere anılan bu hükümlerle icra takibi sırasında üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını kullanma ve koruma imkânı tanınmakta ve menfaatleri gözetilmektedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, alacaklının beyanından başka borçlu ile ilgisi tespit edilemeyen malların haczinin Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına aykırılık oluşturacağı gerekçesiyle direme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.06.2019 tarih ve 2017/1504 E., 2019/791 K. sayılı ilamı:
“Taraflar arasındaki “istihkak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 11. İcra (Hukuk) Mahkemesince davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 23.10.2009 tarihli ve 2008/816 E., 2009/1517 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 05.10.2010 tarihli ve 2010/1436 E., 2010/7848 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı 3. kişi vekili, İstanbul 13.İcra Müdürlüğü’nün 2008/11138 Esas Bakırköy 2.İcra Müdürlüğünün 2008/1853 Talimat sayılı dosyasından 18.06.2008 tarihinde haczedilen menkullerin davacıya ait olduğunu, belirterek istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına, kötüniyet tazminatının tahsiline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı alacaklı vekili, haczin borçluya ait adreste yapıldığını davacı ile davalı borçlu şirket arasında organik bağ bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Borçlular savunma yapmamıştır.
Mahkemece; 06.10.2009 tarihli oturumda dosyanın HUMK 409/1 madde gereğince yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ise de dosyanın ilk yenilemeden sonra bir kez yenilendiği bundan sonra davacının yenileme hakkı bulunmadığı gerekçesiyle davanın HUMK’nun 409/son madde gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmiş hüküm davacı 3.kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava İİK 96 ve devamı maddeleri gereğince açılmış 3.kişinin istihkak iddiasına ilişkindir.
HUMK’nun 409.maddesinde “oturuma çağrılmış olan tarafların hiçbiri gelmediği veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Yukarıdaki fıkra hükmü gereğince dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurması üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi; oturum, gün, saat ve yerini bildiren çağrı kağıdı ile birlikte taraflara tebliğ olunur. Birinci ve ikinci fıkralar gereğince işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava ilk yenilemeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi halde beşinci fıkra hükmü uygulanır.” kuralına yer verilmiştir.
Somut olayda duruşma tutanaklarının incelenmesinden 02.12.2008 tarihli duruşmaya davacı vekilinin katılmadığı davalı vekilinin de davayı takip etmemesi üzerine dosyanın işlemden kaldırıldığı davacı vekilinin 02.12.2008 tarihli dilekçe ile davayı yenilediği anlaşılmaktadır. Yenileme üzerine düzenlenen tensip tutanağı ve çıkarılan davetiyelerden duruşmanın 10.03.2009 tarihine bırakıldığı ancak duruşmanın 09.03.2009 tarihinde yapılarak 26.05.2009 tarihine ertelendiği duruşmaya davalı 3.kişi vekilinin katıldığı görülmektedir. Mahkemece 11.03.2009 tarihli tutanakla duruşmanın 10.03.2009 tarihinde yapıldığı 09.03.2009 tarihinin duruşma tutanağına sehven yazıldığı belirtilmiş ise de davalı vekilinin 12.03.2009 tarihli dilekçesinden duruşmanın 09.03.2009 tarihinde yapıldığı, duruşmaya davacı vekilinin katılmadığı kendileri tarafından da takip edilmemesine rağmen duruşmanın 26.05.2009 tarihine ertelendiği dosyanın müracaata bırakılması gerektiğini belirtir talepde bulunduğu, bunun üzerine mahkemece tutulan 01.04.2009 tarihli tutanaktan duruşmanın 09.03.2009 tarihinde yapıldığı davacının katılmadığı davalı vekilinin davayı takip etmediği bu nedenle 09.03.2009 tarihli ara karadan dönülerek dosyanın HUMK’nun 409/1 madde gereğince işlemden kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı tarafından 27.05.2009 tarihinde verilen yenileme dilekçesi üzerine 11.06.2009 tarihli tensip tutanağı ile duruşma 06.10.2009 gününe bırakılmış bu oturuma da davacı vekili katılmadığından davalı vekili tarafından da dava takip edilmediğinde dosya işlemden kaldırılmış davalı vekilinin 20.10.2009 tarihli davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesini içerir dilekçesi doğrultusunda dosya resen ele alınarak 23.10.2009 günlü kararla davanın 02.12.2008 10.03.2009 ve 06.10.2009 tarihlerinde üç kez takipsiz bırakıldığı gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verildiği görülmüştür.
02.12.2008 ve 06.10.2009 tarihli duruşmalarda verilen dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ilişkin kararlar doğru ve HUMK’nun 409/1 maddesine uygundur. Ancak 02.12.2008 tarihli yenileme dilekçesinden sonra düzenlenen 03.12.2009 tarihli yenileme tensip tutanağı, taraflara çıkarılan davetiyelerdeki duruşma günü ,davalı vekilinin 12.03.2009tarihli dilekçesi, mahkemenin 01.04.2009 tarihli kararından 10.03.2009 saat 09.30 yapılması gereken duruşmanın 09.03.2009 tarihinde yapıldığı ve yasal olmayan şekilde davanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği anlaşıldığından davanın üç kez takipsiz bırakıldığının kabulü mümkün değildir. Davacı tarafından dosya 02.12.2008 tarihli ilk yenilemeden sonra bir kez 06.10.2009 tarihinde takipsiz bırakılmıştır. O halde 09.03.2009 tarihli işlemden kaldırma kararı doğru olmadığından davacı vekilinin 06.10.2009 tarihli yenileme dilekçesi kabul edilerek taraflara duruşma gün ve saatini bildirir davetiye tebliği ile duruşmaya devam edilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile hüküm tesisi isabetli görülmemiştir…”gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
“Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, İİK 96 vd. maddeleri gereğince açılan üçüncü kişinin istihkak iddiasına ilişkindir.
Davacı üçüncü kişi vekili; İstanbul 13. İcra Müdürlüğünün 2008/11138 Esas ve Bakırköy 2. İcra Müdürlüğünün 2008/1853 Talimat sayılı dosyasından 18.06.2008 tarihinde haczedilen menkullerin müvekkiline ait olduğunu ileri sürerek istihkak iddiasının kabulü ile haczin kaldırılmasına, kötüniyet tazminatının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.devrimbozkurt.av.tr
Davalı alacaklı vekili, haczin borçluya ait adreste yapıldığını davacı ile davalı borçlu şirket arasında organik bağ bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Borçlular yargılamaya katılamamışlardır.
Mahkemece; 06.10.2009 tarihli oturumda dosyanın HUMK’nın 409/1. maddesi gereğince yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ise de, dosyanın ilk yenilemeden sonra bir kez yenilendiği bundan sonra davacının yenileme hakkı bulunmadığı gerekçesiyle davanın HUMK’nın 409/son madde gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Davacı üçüncü kişi vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; duruşmaya katılan zabıt kâtibinin göreve yeni başlamış olması, 2008 ve 2009 yıllarında mahkemenin daha ağır bir iş yükü altında bulunması nedeni ile yapılan iş ve işlemlerde maddi hatalar yapıldığı, ancak mahkemece düzenlenen tutanaklarda gerçeğe aykırı herhangi bir hususun bulunmadığı, duruşma tutanağında celse tarihi 09.03.2009 olarak yazılmış ise de duruşma defteri ve duruşma listesi kapsamında mahkememizin 2008/816 E. sayılı dosyasının duruşmasının 10.03.2009 tarihine bırakıldığı, duruşmanın da fiilen bu tarihte yapıldığı, ancak sehven tutanağa 09.03.2009 tarihinin yazıldığı ve 10.03.2009 tarihinde gerçekleştirilen duruşmada davacı vekilinin hazır bulunmadığı, davalı vekilinin davayı takip ettiğine ilişkin herhangi bir beyanının olmadığı, dolayısıyla ara karardan dönülerek dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına dair ara kararın yerinde bulunduğu, bu durumda davacının HUMK’nın 409. maddesi kapsamında bir kez daha davayı yenileme hakkının bulunmadığı ve davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararın yerinde bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı üçüncü kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 409/ son maddesi gereğince açılmamış sayılmasına karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve uygulanması gereken yasal düzenlemelerin incelenmesinde fayda vardır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 151. maddesinde;
“Zabıt kâtibi hâkimin nezareti altında tahkikat ve muhakematın cereyanını zabıtnameye kaydeder.
Zabıtname, mahkemenin ve hâkimlerin isimlerini, tahkikat ve muhakematın cereyan ettiği mahalli, celsenin açıldığı gün ve saati, iki tarafın ve vekillerinin isimlerini, cereyan eden muhakeme ve muamele ile iki tarafın ne gibi evrak ibraz ettiklerini, muhakemenin aleni icra kılındığını veya aleniyetin ref’ini icap eden esbabı, ikrarı veya sulhu veya davaya kısmen veya tamamen nihayet veren feragati, hulasai iddia ve müdafaatı, şuhut ve ehli hibrenin beyanatını, münaziunfihin keşif ve muayenesi hâlinde rapor hulasasını ve ittihaz olunan kararla sureti tefhimini ihtiva eder.
Zabıtnamede raptedildiği zikrolunan vesikalar münderecatı da zabıtname metni hükmündedir.
Hâkim tarafından mezuniyet verilmedikçe iki taraf veya vekilleri ifadelerini zabıtnameye imla suretiyle yazdıramazlar. Reis, iki tarafın ifadeleri hülasasını alenen söyleyerek zabıtnameye yazdırır.
Zabıtnamenin, şahitlerin ve ehlihibrenin ifadelerine ve iki tarafın ikrar ve sulh ve feragatine taalluk eden kısımları bunların huzurunda okunarak kendilerine imza ettirilir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Aynı Kanun’un 409. maddesine göre; “Oturuma çağrılmış olan tarafların hiçbiri gelmediği veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.
Yukarıdaki fıkra hükmü gereğince dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurması üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, oturum, gün, saat ve yerini bildiren çağırı kağıdı ile birlikte taraflara tebliğ olunur.
Birinci ve ikinci fıkralar gereğince işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilemeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi halde beşinci fıkra hükmü uygulanır.’’ kuralına yer verilmiştir.
İkiden fazla takipsiz bırakılan ya da üç ay içerisinde yenilenmeyen dosyaya uygulanması gereken prosedür (müeyyide) HUMK’nın 409/5-son maddesinde açıklanmıştır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 409.maddesi emredici bir hükümdür. Kanunlarda açıkça yazmadıkça (3402 sayılı Kadastro Kanunu m. 29 ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m.18) aksine uygulama yapılması yasal olarak olanaklı değildir (Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2008 tarihli ve 2008/21-215 E, 2008/222 K. sayılı ilamı).
Anayasa’nın 36. maddesine göre herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Adil yargılama hakkı hak arama özgürlüğünün uygulamaya yönelik uzantısı niteliğindedir.
Yapılan düzenlemelerden de anlaşıldığı gibi, adil yargılanma ve dinlenilme hakkının bir gereği olarak hâkim, taraflara duruşmalarda hazır bulunmak, iddia ve savunmalarını bildirmek için imkân vermeli, tarafları usulüne uygun bir biçimde duruşmaya davet etmelidir. Fakat tarafların kendilerine tanınan bu imkâna rağmen, duruşmaya gelmek zorunluluğu yoktur. Hukuk davalarında duruşmaya gelmemenin müeyyidesi, dava dosyasının işlemden kaldırılması (HUMK m. 409) veya yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilmesidir (HUMK m. 213, 377).
Hemen belirtmek gerekir ki; duruşmaların nasıl yapıldığı, Kanun’da belirtilen usul ve esaslara uyulup uyulmadığı ancak duruşma tutanağı ile ispat olunabilir. Duruşma tutanakları usulüne uygun imzalanmakla aksi sabit oluncaya kadar geçerli resmî belge niteliğine haiz olur. Duruşma tutanaklarının aksi ise ancak aynı kuvvete başka bir belge ile ispat olunabilir. Ceza usul kurallarına göre de duruşma tutanaklarına karşı yalnızca sahtecilik iddiası yöneltilebilir.
Somut olayda duruşma tutanaklarının UYAP ortamında kayıtlı olmadığı anlaşılmıştır.
Dosya kapsamında yapılan incelemede ise; 02.12.2008 tarihli duruşmaya davacı vekilinin katılmadığı davalı vekilinin de davayı takip etmemesi üzerine dosyanın işlemden kaldırıldığı, davacı vekilinin 02.12.2008 tarihli dilekçe ile davayı yenilediği, yenileme üzerine düzenlenen tensip tutanağından ve çıkarılan davetiyelerden duruşmanın 10.03.2009 tarihine bırakıldığı, ancak hâkim ve zabıt kâtibinin imzasını içeren duruşma tutanağına göre 10.03.2009 tarihinde ertelenen duruşmanın 09.03.2009 tarihinde yapıldığı, anılan duruşmaya davalı vekilinin katıldığı, duruşmanın da 26.05.2009 tarihine ertelendiği görülmektedir. Hâkim ve zabıt kâtibi tarafından tutulan 11.03.2009 tarihli tutanakla duruşmanın 10.03.2009 tarihinde yapıldığı, 09.03.2009 tarihinin duruşma tutanağına sehven yazıldığı belirtilmiş; davalı vekili 12.03.2009 tarihli dilekçesinde ise 09.03.2009 tarihinde yapılan duruşmaya davacı vekilinin katılmadığı kendileri tarafından da takip edilmemesine rağmen duruşmanın 26.05.2009 tarihine ertelendiği dosyanın müracaata bırakılması gerektiğini belirtir talepte bulunmuştur. Verilen bu dilekçe üzerine mahkemece tutulan 01.04.2009 tarihli tutanaktan duruşmanın 09.03.2009 tarihinde yapıldığı davacının katılmadığı davalı vekilinin davayı takip etmediği gerekçesiyle 09.03.2009 tarihli ara karardan dönülerek dosyanın HUMK’nın 409/1. maddesi gereğince işlemden kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı tarafından 27.05.2009 tarihinde verilen yenileme dilekçesi üzerine 11.06.2009 tarihli tensip tutanağı ile duruşma 06.10.2009 tarihine bırakılmış bu oturuma da davacı vekili katılmadığından davalı vekili tarafından da dava takip edilmediğinden dosya işlemden kaldırılmış davalı vekilinin 20.10.2009 tarihli davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesini içerir dilekçesi doğrultusunda dosya resen ele alınarak 23.10.2009 tarihli kararla davanın 02.12.2008 10.03.2009 ve 06.10.2009 tarihlerinde üç kez takipsiz bırakıldığı gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verildiği tespit edilmiştir. Duruşma tutanaklarının aksi ancak aynı kuvvette başka bir belge ile ispat edilebilir. Mahkemece duruşmaya katılan tarafların yokluğunda resen tutulan 11.03.2009 tarihli tutanak ise bu niteliğe haiz bir belge değildir. Bu nedenle duruşmanın 09.03.2009 tarihinde yapıldığının kabulü gerekmektedir. Bu suretle 01.04.2009 tarihli tutanağa istinaden verilen işlemden kaldırma kararı da usulüne uygun olmayıp yok hükmündedir. devrimbozkurt.av.tr
Mevcut bu durumda; 02.12.2008 ve 06.10.2009 tarihli duruşmalarda verilen dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ilişkin kararlar doğru ve HUMK’nın 409/1. maddesine uygun ise de; davanın üç kez takipsiz bırakıldığının kabulü mümkün değildir. Davacı tarafından dosya 02.12.2008 tarihli ilk yenilemeden sonra bir kez 06.10.2009 tarihinde takipsiz bırakılmıştır. Bu nedenle de davacı vekilinin 06.10.2009 tarihli yenileme dilekçesi kabul edilerek taraflara duruşma gün ve saatini bildirir davetiye tebliği ile duruşmaya devam edilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı üçüncü kişi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana iadesine, 5311 sayılı Kanun’un 29. maddesi ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na eklenen geçici 7. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken İİK’nın 366/III. ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 25.06.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”
· Yargıtay Özel Daire Kararları
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 03.07.2019 tarih ve 2017/15247 E., 2019/6891 K. Sayılı ilamı:
“Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonucunda Mahkemece verilen davanın reddine dair kararın davalı üçüncü kişi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairenin 13.06.2017 tarihli ve 2015/7204 Esas, 2017/8878 Karar sayılı ilamı ile onanmasına karar verilmişti. Davalı üçüncü kişi vekili tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı alacaklı vekili, haciz mahallinde bulunan … tarafından okulun üçüncü kişi şirket tarafından işletildiği, kendisinin de okulda müdür olarak görev yaptığı iddiası ile üçüncü kişi adına istihkak iddiasında bulunulduğunu …’nin haber vermesi ile haciz mahalline Av. …’un geldiğini, üçüncü kişi adına vekil sıfatıyla istihkak iddiasında bulunduğunu, ancak dosyaya herhangi bir vekaletname ibraz edilmediğini, usulüne uygun istihkak iddiası bulunmamakla birlikte icra memuru tarafından İİK’nin 99. maddesi uyarınca dava açmaları için kendilerine süre verildiğini, belirterek istihkak iddiasının reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı üçüncü kişi vekili tarafından, cevap ve delil dilekçesi sunma süresinin uzatılması istemini içerir dilekçe verildiği, cevap süresinin duruşma gününe kadar uzatıldığı, ancak cevap dilekçesi verilmediği gibi duruşmaya da iştirak edilmemiştir.
Mahkemece, üçüncü kişi şirket lehine istihkak iddiasında bulunan …’nin üçüncü kişi adına istihkak iddiasında bulunmaya yetkili olmadığı, üçüncü kişi şirket vekili olduğunu bildiren Av. … tarafından istihkak iddiasında bulunulmuş ise de, vekaletnamenin sunulmadığı, hacizden itibaren İİK’nin 96/3 maddesinde belirtilen 7 günlük süre içerisinde yapılmış bir istihkak iddiası da bulunmadığı gerekçesiyle davanın önkoşul yokluğu nedeni ile reddine karar verilmiş, karar davalı üçüncü kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dairemizin 13.6.2017 tarihli ve 2015/7204 Esas, 2017/8828 Karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiş, onama kararına karşı davalı üçüncü kişi vekili tarafından, karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine dosya yeniden incelenmiştir. devrimbozkurt.av.tr
Dava, alacaklının İİK’nin 99. maddesine dayalı istihkak iddiasının reddi talebine ilişkindir.
Bu tür davaların dinlenebilmesi için ön koşul, malın üçüncü kişi elinde haczedilmesi üzerine üçüncü kişi tarafından haczedilen mal üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı gibi sınırlı bir ayni hakka vs. dayanarak istihkak iddiasında bulunulmasıdır. İstihkak iddiası, tüzel kişilerde tüzel kişiyi temsile yetkili organlarca, gerçek kişilerde ise ya kendisi tarafından ya da bu kişiyi temsile yetkili kişilerce ileri sürülebilir. Tüzel kişiyi veya gerçek kişiyi temsil yetkisi olmayan kişinin yaptığı iddia, geçerli bir istihkak iddiası sayılmaz.
Somut olayda, dava konusu 27.10.2014 tarihinde yapılan haciz sırasında üçüncü kişi yararına istihkak iddiasında bulunan …’nin üçüncü kişinin çalışanı olduğu, Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, anılan şahsın, üçüncü kişi yararına istihkak iddiasında bulunmaya yetkili olmadığı sabittir. Davalı üçüncü kişi tarafından hacizden itibaren İİK’nin 96/3. maddesinde belirtilen 7 günlük süre içerisinde yapılmış bir istihkak iddiası da bulunmamaktadır. Ne var ki, söz konusu hacze sonradan katılan Av. … üçüncü kişi adına istihkak iddiasında bulunmuştur. Her ne kadar Mahkemece, üçüncü kişi adına istihkak iddiasında bulunan vekilin vekaletnamesinin dosyaya sunulmadığından bahisle istihkak iddiası kabul edilmemiş ise de; davacı üçüncü kişi tarafından 26.08.2013 tarihinde Avukat …’ya vekaletname verilmiş olup anılan vekil ise haciz sırasında istihkak iddiasında bulunan Avukat. … adına yetki belgesi düzenlenmiştir. Söz konusu vekaletname ve yetki belgesi yargılamada mahkemeye sunulmuştur. devrimbozkurt.av.tr
Hal böyle olunca, üçüncü kişi vekili tarafından usulüne uygun yapılmış bir istihkak iddiası bulunduğundan, işin esasına girilerek, taraf kanıtları toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden kararın bozulması gerekirken onanması nedeniyle, karar düzeltme talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı üçüncü kişi vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile, Dairemize ait 13.06.2017 tarihli ve 13.06.2017 gün, 2015/7204 Esas, 2017/8828 Karar sayılı onama kararının kaldırılarak Yerel Mahkeme hükmünün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde karar düzeltme isteyene iadesine, 03.07.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 25/06/2019 tarih ve 2018/2314 E., 2019/4055 K. Sayılı ilamı:
“Davacı Al-Zahra Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti vek.Av. … ile davalı Yılak Teks. San. ve Tic. Ltd. Şti.vek. Av. … arasında görülen dava hakkında … Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 06.06.2016 gün ve 2015/1303-2016/633 E.- K. sayılı hükmün onanmasına ilişkin Dairemizin 19.3.2018 gün ve … E.-K. sayılı ilamına karşı davacı vekili tarafından süresi içinde karar düzeltme yoluna başvurulmuş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
– K A R A R –
Davacı davalı alacaklı tarafından dava dışı borçlular Modo Fantazi İplik ….Ltd. Şti. ve D.M.A Makina…. A.Ş. aleyhine yapılan takip nedeniyle iş yerinde yapılan haciz sırasında yaptığı istihkak iddiası üzerine … İcra Hukuk Mahkemesince takibin talikine ve davacı 3. kişinin 7 gün içinde istihkak davası açmakta muhtariyetine karar verilmiş, davacı da işbu davayı açmıştır. devrimbozkurt.av.tr
Davalarda vakıaları anlatmak taraflara, tarafların dayandığı vakıaların hukuki tasnifi mahkemeye aittir. İşbu davada davacı tarafından İİK’nun 97. maddesine göre açılmış istihkak davası olup, davacının davanın adını istirdat olarak belirlemesi davanın istihkak davası olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu nedenle mahkemece icra hukuk mahkemesine görevsizlik kararı verilmesi gerekirken davayı İcra İflas Kanunu’nun 72/7 maddesine dayalı istirdat davası sayması ve kendisini görevli kabul ederek yazılı şekilde reddetmesi ve Dairemizce bu kararın onanması doğru olmamıştır. Bu nedenle davacının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 19.3.2018 gün ve 2016/16682 2018/1343 E.-K. Sayılı onama kararının kaldırılmasına yerel mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin19.3.2018 gün ve … E.-K. Sayılı onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme kararının yukarıdaki gerekçelerle BOZULMASINA, evvelce alınan onama harcı ile red karar harcının istek halinde davacıya iadesine, 25/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.”